Otuz Bir Yıl Sonra
Aralık 4, 2024
Geçen akşam, saat yirmi üçe doğru yürürken gözlerimin yandığını fark ettim. Sekizden beri bilgisayarın karşısında çalışıyordum. Keyifle ve isteyerek. Bu satırları yazarken öğrencilik günlerimi, zorla yaptığım ödevleri, çalışmaları hatırladım. Aslında zorlama ortadan kalkınca her şey ne kadar keyifli oluyormuş. Haşimatom ve yaşım dolayısıyla oluşan göz kuruluğum uzun süre ekran karşısında çalışmama izin vermiyor, doktorların da uyku önerilenlerini dinleyip vücut ritmimi de kaçırmak istemiyorum ama biliyorum ki kendime koyduğum bütün bu kısıtları kaldırsam en az iki saat daha çalışırdım.
Konuyu biraz dağıttığımın farkındayım, gelmeye çalıştığım mevzu başka; tam bilgisayarımı kapatacakken e postama LinkedIn’dan gelen bir mesaj dikkatimi çekiyor. Birileri yine bir şeyleri pazarlamak için yazmıştır diye düşünsem de merakıma yenik düşüp açıyorum. Kısa, heyecan verici bir o kadar da şaşırtıcı bir mesaj. Yıllar önce kendisiyle görüşme yapıp işe aldığım bir ARGE mühendisi yazmış. Hafızamı zorlayınca hatırlıyorum. Eşimin şimdilerde YouTube’da dönen; yaptığımız işleri ve geldiğimiz noktayı anlatan o videosunu seyretmiş ve bana yazma ihtiyacı duymuş. Pazarlama ekibiyle eşimin bu videoyu yapması için yıllarca çok uğraşmıştık, bir türlü ikna olmamıştı ama onun da yaşı ilerleyince biraz yumuşadı sanırım. Sonrasında gelen tepkileri ve izlenme sayılarını gördükçe ekibi ve beni takdir etti. Gelen mesajda şöyle diyordu: “Sizde işe girdikten on beş gün sonra ayrılmak istemiştim. Beni odanıza çağırıp neden ayrıldığımı sorduğunuzda daha cazip bir iş bulduğum için gittiğimi söyleyememiştim. Ve şimdi şirketin geldiği noktayı izleyince hem pişmanlık duydum hem de sizleri takdir etmek istedim. Sizden başka hiçbir şirkette bana niye ayrıldığımı soran olmadı,” diye de eklemiş. Okumam bittiğinde gözlerim buğulandı, yan odada horultusunu duymaya başladığım kocamın yanına heyecanla gittim ve okuduklarımı anlattım. Uyku mahmurluğuyla “Ne güzel, senin adına sevindim,” demekle yetindi. Konuyu anlamadığını düşünüp daha fazla üstelemedim. Uykusu açılırsa sabaha kadar uyuyamadığını gayet iyi biliyordum. Ama sabah kahvaltısında yüzümüzde gülümsemelerle konuyu tekrar konuşmadan edemedik.
Şirkette otuz yıl insan kaynaklarını yürüttüm. İlk başlarda olmasa da aldığım eğitimler, okuduğum kişisel gelişim kitapları sayesinde görüşmeye başladığımın beşinci dakikasında karşımdaki kişiler hakkında almak istediğimiz işe yarar mı, biz de çalışır mı, uzun süre kalıcı olur mu gibi fikirleri yürütebilir olmuştum. Bazı arkadaşların gözlerinde farklı bir parıltı hissederdim, onları şirkete dahil edebilirsek ortaya çıkacak sinerjiyle daha verimli işler yapabileceğimizi ve ürünler çıkaracağımızı bilirdim. Yaptığım her görüşmede şirketle ve gelecek vizyonumuzla ilgili gerçek, ayakları yere basan, pembe tablolar çizmeyen sözler söylerdim. Hep samimiyetten yana oldum. Bu yaklaşım bana pek çok kıymetli arkadaşımızı bünyemize katmayı sağlamıştı ama rakipler hiç rahat durmuyordu ve gösterdiğim bütün çabalar bazen hedefine ulaşamıyordu. Yaşamın getirdiği zorluklar karşısında genç arkadaşların teklif edilen daha yüksek ücretlere doğru yürümesini anlıyorum ama kazanan kim oluyor ona bakmak lazım. İş yaşamımda çok tecrübe ettiğim ve sağlamasını yaptığım güzel bir yaklaşım var; “Doğru zamanda doğru yerde olmak.” Başarılı olan insanları gözlemlediğimde bunun kararını iyi verenlerin üst pozisyonlarda olduğunu ve yüksek gelirler elde etiğini gördüm. Bunu kazanmak için de sabır ve sebat etmek, ortamın kokusunu iyi almak gerek. Sanırım zor olan da işin bu tarafı.
Yine de yıllar sonra eski ve kısa süreli çalışanımızdan aldığım o mesaj bir kere daha işimizi doğru yapmanın açık ve şeffaf iletişim halinde olmanın ne kadar doğru olduğunu kanıtladı. Bunu duymak otuz bir yılımızı alsa da yaşattığı tatmin duygusunun tarifi imkansızdı.
Bir cevap yazın
E-posta yayımlanmayacak