(Mahal Edebiyat-17.08.2023)
Ne bakıyorsun öyle, ne olmuş ellerin, der gibi? Kahverengi boklarının arasından fosforlu ojelerle mi kıçını temizleseydim? Temizlemesem… Yara olur her yanın. Bak, gör işte, yarısı soyulmuş tırnaklarımın. Oje sürmeyeli o kadar uzun zaman oldu ki. Kırmızı, mor, lacivert… Hatırlasana anne hiç sevmezdin. Orospu karı renkleri, derdin hep. Olsun, senin canın sağ olsun. Sürmeyiveririm. Hemen belerttin gözlerini bakıyorum. Kötü bir şey diyeceğim sandın ama olur mu hiç can yoldaşıma, kır dizini otur evde, diyen anama, bütün ojeler kurban olsun!
Üşüdün mü? Fena kokuyor. Oda, sen. Havalandırmadan olmuyor, kırıldı burnumun direği. Dur sinirlenme, anladım kapatıyorum camı. Acık hava alaydın iyiydi. Yorganını da örteyim üstüne. Hava girmeyen eve fizyoterapist giriyor ama bilesin. Kim dedi sana o gün o kadar sinirlen diye? Kendini ne hallere soktun. Olacağı bu! Kaldın elime, bakma şimdi öyle. Pıhtı attırıp felç olmaya değer miydi? Üstüne karı yapmış, yapsın şerefsiz, tövbe estağfurullah. Tamam, kızma biliyorum. Babaya böyle denmez. İyi de böyle babaya…
Daha neler derim de… Uzatmıyorum. Hırçınlığına katlanamıyorum sonra. Yattığın yerden söylensen de mutfağa gidince duymuyorum. Ne dediğin de anlaşılmıyor zaten. Çocukken de sen beni duymazdın. Varsa yoksa abim. N’oldu? Seni terk edilmiş köpek gibi bıraktı gitti karısının dibine. Bu sandalyenin dili olsa, konuştuklarımı sana bir anlatsa işte o zaman hık diye gidersin. İyi fikir, götürüp sandalyeyi karşına koysam mı acaba? Sen nasıl bir anaydın ki baba müsveddesinin elinin bana uzanmak istediğini bile görmedin. Gördün bence. Aman düzenim bozulmasın, huzurum kaçmasın, akar oluğum kesilmesin. Sanki çok para verirmiş gibi eve. Bir de bana diyor ki, başkaları bunu da bulamıyor kızım. Hay sizin gibi ananın babanın. Geberip gidemediniz başımdan. Kısılıp kaldım bu evin içinde. Gençtim, güzeldim. Kim baksın bana bu yaştan sonra? Nasılda böğürüyor yine içerden.
Geldim sultanım. Su da içmedin sabahtan beri. Ben olmasam bakıp duracaksın öyle kupkuru. Dur yastığını dikleyim. Döküyorsun sonra üstüne başına. Tekrar soy, tekrar giydir. Ama sen de yardımcı olacaksın azıcık. Demin babam diyordum, unutmadım. Sonunda kovabildin onu. Senin de canına tak etti biliyorum. Şaşırttın beni ama. Hiç beklemiyordum, onca yıl sonra. Adam kaç defa yaptı. Hep kördün. Kaç karı getirdi üstüne. Hiç mi hissetmedin? Hissettin tabi. Ne anlatıyorsun? Dur bir dakika, yavaş yap el hareketlerini. Hâlâ mı onu koruyorsun? Bilmiyor muyum zannediyorsun işten gelip seni odaya çekiştirdiğinde dokunmadan, sevmeden sadece hayvan gibi… Kendin anlatıyorsun bak. Yemekler buz olurdu. Sofra öylece beklerdi. O hayvanı kaybetmekten mi korktun? Siz eskilerde bir garip oluyorsunuz ya neyse, sevmeyen adamın altına niye yatıyorsun o zaman? Kolumu çekiştirme, gördüm yaptıklarını. Söylenme diyorsun. Yok annem, hep yaptığım gibi kendi kendime konuşuyorum. Bir de konuşmazsam, bir bakmışsın çat orta yerimden… Aman bitti gitti. Çıktı işte evimizden. Bakalım sen ne zaman..? Sanki o varken huzurumuz mu vardı? Seni de böyle yarım… Yarım bile değil dörtte bir bıraktı.
Söyle bakalım, bugün canın ne yemek istiyor, ne pişireyim ben baş tacıma? O ne öyle dudaklarını büzüyorsun çimdik gibi? Ha, mantı. Yok vallahi yapamam. Şımarma! Biraz sevgi görünce şımarıyorsun hemen. Daha geçen hafta yapmadım mı? Yine hamur olmaz. Bir de, iki tabak yiyorsun. Doktor sebze yiyecek dedi. Eskisi gibi olsan. Beraber yapardık çimdikleri abimleri de çağırırdık, torun tombalak sallardık kaşıkları. Hatırlıyorsun değil mi Gelin Hanım formu bozulacak diye dört kaşık falan yerdi. Haspam. Nasıl boyayacak abimin gözünü; süslenecek, kırıtacak, incecik olacak. Elleri hep kırmızı ojeli. Sen de sevmiyorsun gelini, yalan mı? Doğru söyleyince nasıl da sallıyorsun kafanı. Öyleyse bırak da ağız tadıyla bir görümcelik yapayım. Kimseye laf söyletmeme huyunu bırak artık. Bu saatten sonra yok sana bir faydası. Bırakamazsın, anladım. Zaten bu güzel kalbin hürmetine rabbim kaldıracak seni ayağa. Ben mutfağa gidiyorum, birazdan fizik tedavici Hülya gelecek, ağrıyor diye kaytarmak yok bak. Gözlerini mel mel devirince o da sana kıyamıyor. İyi kız ama Allah için, işini biliyor. Vallahi ben inanıyorum o seni yürütecek. O zaman seninle Antalya’da bir otele gider ayaklarını kuma gömeriz. Oh! İyi gelir bütün kış rahat edersin. Sen güler miydin? Ver bakayım bir makas bana. Hah şöyle. Söylemedi deme bugün kabak kalye yapıyorum, tabağı önüne getirince kafanı çevirmek yok. Akşamdan mayaladığım yoğurt da var. Fizikçi buradayken Kasap’a kadar gidip kıyma alacağım. Kalmamış. Çift çektireceğim, dana olacak, döş yerinden. Hepsini biliyorum. Sen de tanıyorsun artık onu, bir zararı yok kadının. Anlaştık değil mi? Her geldiğinde gidiyorum, evet. Alınacaklar, ödenecekler var. Kime bırakacağım seni? Abime de sövdürtme şimdi. Sen iyiyken haftanın üç günü buradaydılar. Şimdi? Ben güveniyorum Hülya Hanım’a, hem havalanıyorum az biraz. Her şeyin tamam. Üstün başın düzgün, suyun bardakta, kolonyanı da sürdüm. Ok musun? Bak sen, ne işaretler de bilirmiş benim bir tanem.
Sevgilisiyle otele gitmeyen kız mı kaldı bu devirde? Ben. Tek ben kaldım. Namusu bütün aileye bak. Siz her bir boku yiyeceksiniz bana gelince yasak. Göstereceğim ben size! Neyi? Bu kadar senedir neredeydi aklın be kızım. Sevmezlerse sevmesinler. Tutardın bir bakıcı, gelir giderdin annenin yanına. Senin de bir hayatın olurdu. Sanki şimdi çok mu seviyor annen seni? Muhtaç sadece. Hâlâ bir saçımı okşamışlığı mı var? İstese de yapamaz, eller, ayaklar papara olmuş. Odadan çıkar çıkmaz kendi kendime konuşuyorum. Bir gören olsa… Aman koy götüne rahvan gitsin.
Kapı çaldı, sanırım Hülya Hanım geldi.
“Bugün keyfi yerinde, sakın nazına boyun eğmeyin. Bu yaza ayağa kaldırırız değil mi Hülya Hanımcım? Duydun değil mi anne? Çalışırsa kesinlikle evet diyor. Şimdi dışarı çıkmam lazım. Siz bitirmeden gelirim sultanım. Gayret edeceğini biliyorum. Mahcup etme beni Hülya Hanım’a. “Bir tek size emanet edebiliyorum. Gelince eklediğiniz bir hareket varsa bana da gösterirsiniz. Sade kahvenizi yapıp masaya bırakırım.”
Bu dışarı çıkışlar olmasa kesin dayanamam. Bugün yağmur da olaydı, yüzüme düşeydi damlalar. Yedi yılda bir kuraklık olur derdi babaannem. Herhalde hem doğaya hem bizim eve denk gelmiş bu kuraklık. Kasap’a siparişi verip parkta otursam vicdanım rahat değil, abime telefon etsem elim gitmiyor. Kaç kere aradım, gel biraz sen de ilgilen çocukları getir, diye. Karısı istemiyor, sonra kafasını yiyormuş. Yesin ulan! Senin de anan. Senin için kaç kere babamı karşısına almış, bir iki tokadını bile yemiş bu kadın. Sen şimdi ne yapıyorsun? Bırak gelmeyi bari telefon et. Sesini duysun, morali düzelsin. Eskiden umudum vardı, ararsam belki ikna ederim de gelir diye. Çok çalışıyormuş, toplantıları yoğunmuş. Şurada oturan kadına bak. Zorla yürüyor. Hiç olmazsa bu kadar olsa yavaş yavaş gelir bir hava alır, döneriz. Yanındaki bakıcısı galiba. Abim olacak cibilliyetsiz onu da karşılamaz ki. Her ay maaşını karısının eline sayıyormuş da o da abime harçlık veriyormuş. Hay senin erkekliğine tüküreyim. Zihnimin içinde konuşmaktan da yorgun düştüm. Bir de dudaklarımı kıpırdatsam doğru Mazhar Osman’a.
Kasabın çırağı, yıllardır bana yeşilleniyor. Bir göz süzmeye etin, kıymanın en iyisini veriyor. Emin olmasam da yaşı benden küçük gibi duruyor. Daha cesaretli olsa, gelip istese evet der miydim? Bugün eti hazırlamam uzun sürecek, size bir çay ısmarlayayım, diyor zırtapoz. Et kokuları arasında pek keyifli olmasa da bugün içimden geldi, “Söyle hadi bakalım,” dedim. Hem et parçalıyor hem de beni kesiyor. Hayır, eti değil elini kesecek salak. O eller sana lazım. Damat olunca kirli sakal iyi olur, bayağı uzamışlar şimdi. O da bakımsız. Yakışıklıymış da alıcı gözüyle bakınca. Çok belli ettim, “Bir çay daha ister misiniz?” diyor. “Hayır, teşekkür ederim. Gitmem gerek,” deyip, kalkıyorum.
Geç bile kaldım, Hülya Hanım gitmiştir şimdiye. Benimki bakıyordur kapılara. Bakmaz olaydın. Kuruttunuz geleceğimi. Yine iki parça pirzola sıkıştırmış pakete, onu söylüyor. Eli bol anlaşılan. “Yarın yine bekleriz, güzel küşleme gelecek ayırırım sizin için,” diyor arkamdan. Gelir miyim? Yarın fizyoterapist yok. Bulurum bir bahane, on beş dakikada gider gelirim. Sahi yapar mıyım?
Sultanım geldim ben. Hadi yine iyisin, kabağın yanına iki kalem pirzola da pişireceğim bu akşam. Yaptın di mi hareketlerini güzelce. Odamda küçük bir işim var, kırmızı ojemi bulacağım. Önce onu sürüp tırnaklarımı parlatacağım, sonra yemeğini de yaparım, bokunu da temizlerim. Bir sallama çay yapayım mı anama? Akşamüstü keyfi.
Bir cevap yazın