(İshak Edebiyat- 29.06.2023)
“Geçen cumartesi gelemedik. İyi olmuyor mu keyifli bir yemek? Bu kadar sene sonra küsüp konuşmamak ne?” cümlesini bırakıyor kocam, siparişlerimizin arasındaki masanın boşluğuna.
Başımı kaldırmadan nefis tabağımı seyrediyorum. Diyet yapmaya çalışıyorum, öğle yemeği vakti çoktan geçmiş, deli gibi acıkmışım. Önümdeki tabakta iki parça yaprak ciğer, yeşillikler ve pancar püresi var. Bir dakika der gibi işaret parmağımı havaya kaldırıp ilk lokmayı ağzıma atıyorum. Of! Mutluluk anı. Söyleyeceğim cevabımı, lafımı esirger miyim?
Küsmek dürüstlüktür. Sen de bana haksızlık etmeseydin, deyip ikinci, üçüncü lokmamı yiyorum.
Gözüm kocamın tabağında. O bugün yine makarna yiyor; ortasında közlenmiş bütün bir patlıcan, domates soslu, üzeri bol parmesan peynirli. Benim hakkıma düşense çatalın ucuna takılan, tadımlık, bir çimdik patlıcan ve bir adet penne. Üç dört senedir fütursuzca yediğim hamurlar şimdi böyle bir çatallık tat oldular.
“Sana demedim ama iyi oldu biliyor musun?”
Tabağımdaki yiyecekleri küçük parçalar halinde yavaşça çiğneyerek yemeğime devam ediyorum.
Yediklerim kanıma karışıp mutluluk hormonu salgılanmaya başlayınca arkama yaslanıyorum. Ortalama kalitede masa sandalye kullanılmış bu lokantanın atmosferini seviyorum. Popülaritesi, yemeklerinin lezzetinden ve ne zaman gelseniz bir iki ekran yüzü görmenizden sanırım. İşin bu tarafı bizi ilgilendirmiyor, damağımızda bıraktığı tadın peşinden gidenlerdeniz. Masa örtüleri, çatal bıçaklar, bez peçeteler tertemiz. Kapıdan her girişimizde burnumuza mis gibi bir koku yayılıyor. Bunu önemsiyorum. İki kişilik masamızda yemeklerin lezzetinden, gördüğümüz tanıdık yüzlerden konuşarak devam ediyoruz. İnsanı içine alan bu suni mutluluk atmosferi bize de kısa süreliğine iyi geliyor.
Hemen solumuzdaki masada oturan üçlü dikkatimi çekiyor. Dümdüz, uzun saçları ve boyuyla güzel mi güzel bir genç kız, yaklaşık on yaşlarında bir oğlan çocuğu ve elli yaşında olduğunu tahmin ettiğim oldukça şık giyimli bir adam ki sonradan babaları olduğunu anlıyorum. Babanın ceketinin yakasındaki taşlı gül iğne çok ilgimi çekiyor, biraz garipsiyorum. Adamın iğnesine fazla baktığımı fark eden kocam masanın üzerindeki elime dokunup ilgimi kesmeye çalışıyor. Kesemem. Elimi geri çekip ‘Adama bak’ der gibi kafamla ona işaret ediyorum.
Hiç gösterme, erkek adamı bozar böyle şeyler, diye kısık bir sesle cevap verip bakışlarını telefonuna çeviriyor.
“Keşke bozulsan biraz. Merak etme incilerin dökülmez.” Lafımı içime doğru söylüyor, yine kafamı o tarafa döndürüyorum.
“Ne dedin? Duyamadım.”
Cevap vermiyorum. Yan masadakilerin yediklerine bakınca profilleri kafamda daha bir oturuyor; baba kallavi bir et tabağı, oğlan bol patatesli, cheddar peynirli bir hamburger, kız da bol yeşillikli avokadolu bonfile salatası. Genç kız ikide bir telefonunda bir şeyler yazıyor, yediklerinin resmini çekip bir yerlere gönderiyor. Baba, kızına bir şey demiyor ama tabağındaki etleri sert bıçak hareketleriyle kesip hızlıca ağzına atıyor. Anlıyorum. Kocama dönüp fısıldayarak, anneleri yok, sanırım ayrılar, bilgiler ona gidiyor, diyorum dedektif edasıyla. Benim onlarla ilgilendiğimi anlayan adamın dik bakışı bir an suratımda şaklıyor. Utanıyorum. Durumu fark eden kocam her zaman ve dikkatle okuduğu tweetlerinin arasından başını kaldırıp ‘Ne yapıyorsun sen?’ der gibi yüzüme bakıyor. Gözlerimi önüme çevirip salata tabağının dibinde kalan yeşillikleri hırsla bitirip midemi şişirmeye çalışıyorum.
Sana küsken içimin sıkışıklığıyla yazmak istediğim bir öyküyü kurguladım, diyor, hafiften de gülümsüyorum kocama.
Bir keyif kahvesi istediğimi belirtip masamızda olmayan sohbet ortamını bırakıyor, bakışlarımı aksi istikamete çeviriyorum. Sağımızda kalan masaya güzel mi güzel, incecik iki tane kadın oturmuş yemek seçiyorlar. Her bir noktaları işlem görmüş, bakımlı, albenili yüzleri ve marka kıyafetleri dikkatimi çekiyor. Yabancı olduklarını ve dillerini bilmediğimi anlayınca bana bunlardan hikâye çıkmaz diye düşünüyorum ama güzelliklerinin hürmetine biraz daha seyrediyorum. Ellerinden telefonları hiç düşmüyor. Kadınlardan birisi manken gibi çok alımlı. Arkadaşı çeşit çeşit pozlarını çekiyor, sonra pozunun güzel olup olmadığına bakıyorlar, beğenirlerse anında paylaşıyor. Kesin Instagram’a koyuyor, diyorum. Bu arada garson sipariş ettikleri makarnaları güzel tabaklar içinde önlerine getiriyor. Manken gibi olan kadın başlıyor yeniden alımlı pozlar vermeye; saçlarını sağa atıyor bir poz, sola atıyor ikinci poz, ağzına, çatala dolanmış makarna atarken üçüncü poz derken resimler ardı ardına çekiliyor. Geldiklerinden beri fotoğraf çekmeler, like saymalarla vakit geçiriyorlar. Mekânı olabildiğince geniş açıyla almak, lokantanın isminin görünmesini sağlamak da önemli sanırım. Bununla ilgili oldukça çaba harcıyorlar. Doğru düşünmüşüm, buradan iş çıkmaz deyip kahvemin son yudumunu alırken sol tarafıma yeniden dönüyorum.
Bu sırada çocuklar aldıkları doğum günü hediyesini babalarına uzatmış, yanına gelmiş, o anın mutluluk resmini çekiyorlar. Adam hediyeyi açınca, mavi bir gömlek, en sevdiğim, diye beğenisini belirtiyor. O sırada lokantanın kapısından bir kadın giriyor ve üçünün de arkasında duruyor. Çocuklar, kadını görünce yadırgamıyor, aksine gülümsüyorlar. Baba fark ettiğindeyse hiddetle ona doğru dönüyor ve “Ne işin var senin burada?” diye hiddetle konuşup elindeki hediyeyi sertçe masaya bırakıyor. Çatallar, bıçaklar yere düşüyor, bardaklar devrilip içecekler, dökülüyor, lokantanın içindeki bize yakın bütün masaların dikkati oraya çevriliyor.
Kıyamam! Çocukların suratları allak bullak oldu. Tabii ya anneleri bu kadın. İkisi de anne babasının yüzüne şaşkınlıkla bakıyor, ne yapacaklarını bilemiyorlar. Benimse içim kıpır kıpır İşte, diyorum, olaylara gel, öykünün konusu çıkıyor. Kocamın yüzüne bakıp yine yan masayı işaret ediyorum. Kızıyor. ‘Yeter artık önüne dön’ der gibi başıyla işaret ediyor. Dönemem. Fotoğraf karesi gibi bir sahne gözümün önünde duruyor. O anı kaydetmek için kafamda deklanşöre basıyorum. Ayrılmış ya da ayrılmak üzere olan bir çift, büyümüş, her şeyin idrakinde olan güzel mi güzel çocuklar, mevcut ailesinden sıkılmış, yeni heyecanlar arayan varlıklı, bakımlı bir adam ve olduğunu tahmin ettiğim, güzelliğiyle bir aileyi temelinden kopartacak çok bakımlı, başka bir kadın.
Çocukların annesi, eski kocasının tepkisini görünce mekânı hızlıca terk ediyor. Çocuklar da annelerinin ardından, babalarına alelade bir, hoşça kal, deyip gidiyorlar.
Ben bunlarla meşgulken kocam bu arada hesabı ödemiş, hadi çıkalım, diyor. Lokantanın kapısını açınca yüzüme vuran yağmurlu havanın soğuğu beni biraz kendime getiriyor. Bir iki adım sonra, aklım hâlâ onlarda, adama çok öfkeliyim, diyorum kocama. Boş ver öfkelenmeyi sen öykünü nasıl yazacaksın onu düşün, diyor. Koluna giriyorum, yürüyen merdivenlerden inip biraz vitrin bakmaya gidiyoruz
Bir cevap yazın