Ellerim

(İshak Edebiyat- 10.11.2022)

Çalan telefonu cevapsız bırakamıyorum. Hava yağmurlu. Yoğun trafiğe rağmen arabama atlayıp bir buçuk saat sonra soluğu yeni doğan bakım ünitesinde alıyorum. Hijyen önemli, hatırlıyorum. Pardösümü, çizmelerimi dolaba koyup önlüğü giyiyorum. Sadece orada giyilen terlikler, bone ve maske; onunla buluşmaya hazırım. Hemşire önde ben arkada yürüyor ve bir kuvözün önünde duruyoruz. İçinde ufacık bir bebek sırtüstü öylece yatıyor. Adımlarım ona yaklaştıkça fark ediyorum, kalbinden, burnundan, kollarından ve ayaklarından çıkan kablolar her tarafını sarmalamış. Açılmaya çalışılan damar yollarından ellerinin üzeri mosmor. Sağ yanağında minicik bir gamze, her şeye rağmen dudağının kenarı yukarı doğru, sanki gülümsüyor. Hemşire “Kuvözün deliklerinden ellerinizi sokup temas etmeye çalışın, size tepki verene kadar aralıklarla deneyin,” diyor ve süt dolu biberonu elime tutuşturup yoğun bakımdaki diğer bebeklerle ilgilenmeye gidiyor.

Altı ay yattım sizi yaşatmak için. Erken doğdunuz her şeye rağmen. İki taneydiniz. Ben evde yattım siz hastanede yattınız. Sizden önce dünyaya gelen ablanız ve babanızla ne güzel, kocaman bir aile olacaktık. Bekliyordum evde, sizden gelecek iyi bir haberi, sizi evimize getireceğimiz o mutlu günü.

Ellerimi gerekli ama sevimsiz kuvözün üzerine koyuyorum, bakıyorum, inceliyorum; soğuk değil, anne karnının beş katı bir alet; doğal olmayan, sadece o şartlara sahip. Arada ellerini ayaklarını kıpırdatıyor, çaresizliği yüreğimi yakıyor. Başını gazlı bezle sarmışlar “Seni pamuklara sarmalar sararım.” “Ben de bunun için buradayım miniğim,” diyor, sağ elimi kuvözün bir deliğinden uzatıyorum. Parmaklarım içeri girdiğinde kolunu bana doğru kaldırıyor, elimi hemen çekiyorum. Hemşireyle göz göze geliyoruz, gülümsüyor. “Tamam,” der gibi başımı hafifçe sallayıp tebessüm ediyorum. Bütün vücudumu ince bir ter kaplıyor, silemiyorum. Kendimi sakinleştirmek istiyorum. Her bir aletten ayrı sesler geliyor; bip bip kulağımı tırmalıyor. Takılmamaya çalışıyor, odadaki bebeklerden gelen o mis kokuyu içime çekiyorum. Cesaretimi toplayıp bu sefer iki elimi de gözlere uzatıyorum. Durup tutunuyorum; avuçlarımda kuvözün plastik sertliği. Sokamıyorum. Ona dokunamıyorum.

Biliyorum, ellerim vücuduna temas edince her şey değişecek. Ya dokunamazsam? O zaman da dokunamamıştım. Bırak dokunmayı bakım ünitesinin kapısından girememiştim. Ellerim elinle, vücudunla buluşsaydı, belki…

Çekiyorum ellerimi yine. Hemşire fark ediyor “Bir şey mi var? Yardımcı olmamı ister misiniz?” “Yok,” diyorum, “ben hallederim.” Halledemiyorum. Durmadan telefonlar çalıyor, hemşireler koşturuyor. Doktor bir bebeğe kalp masajı yapıyor. Gönüllü gelen bir kadının kuvözdeki başka bir çocuğa biberonla süt verdiğini görüyorum. Hemşireler aralarında “Gönüllü sütü,’’ diye konuşuyorlar. Ne insanlar var, diyorum, içimi bir an huzur kaplıyor. Kulağım masajın sonundaki ağlama sesinde gözüm, önümde duran bebekte, ellerim göğüslerimde handiyse sızım sızım sızlıyor, o da bana yüzünü çevirmiş sütünü bekliyor. Ben öyle hayal ediyorum.

Telefon çaldığında hastaneden gelen iyi bir haber olduğunu hissetmiştim. Doktor “Sütünüzü sağmanızı isteyebiliriz, bizden haber bekleyin,” diyordu. Yanılmamıştım. Şükürler ediyordum. Sevincimin tarifi yoktu. Hayata döndüler, yaşayacaklar, diyordum. O gece ilk defa uyuyabilmiştim. Ertesi sabah göğüslerim süt dolmuş nasıl da sızlıyordu. Tamam işte, her şey yoluna giriyor diye umutlanmıştım. Ben aramıştım hastaneyi bu sefer “Sütüm geldi sağıp yollayım mı çocuklara?” Meğer eşim de oradaymış. Kimse bana bir şey söylemiyor. Bir iki dakikalık sessizlikten sonra doktor, “Başınız sağ olsun, bebekleri kaybettik,” diyor. Gülüyorum ama çok gülüyorum. Evdeki herkes başıma geliyor. “Hayır, ben sütümü sağmıştım size gönderecektim,” diyorum. “Bana umut vermiştiniz,” diyorum. “Biz elimizden geleni yaptık takdiri ilahi,” diyor doktor. Yüreğimdeki yangının kıvılcımları sanki ağzımdan fışkıracak, avazım çıktığı kadar bağırıyorum. Etrafımdakiler, bana teselli vermek isteyenler, “Bunda da vardır bir hayır,” diyorlar. “Siktirin gidin başımdan,” diyorum. “Ben böyle bir hayrı anlamıyorum, istemiyorum da,” diye haykırıyorum. Ellerim karnımda, boydan boya yarmışlar, yokluğu biber gibi acıyor, göğüslerim patlayacak kadar süt dolu, kesilsin diye hap veriyorlar. Kendimi pislik gibi hissediyorum, yavrularını koruyamayan, doğurmayı bile beceremeyen karanlık bir kuyunun içinde acizce bekleyen.

Annem yanımda, yardım için gelmiş. Neredeyse bana on senede bir sarılan, öpmeyen, sevgisini esirgeyen. Bu acıyı yaşarken başımdan ayrılmıyor. O da beni pamuklara sarıyor, hiçbir şey demeden.

Şimdi de karşında, bu sefer kuvözün başında aynı o günkü gibi bekliyorum. Senin için dua ediyorum. Sana temas edemiyorum, senin gönüllü annenim, merak etme, yaşayacaksın diyemiyorum. Annen yok, melek olmuş, onun yerine ben varım, benimkilere veremedim ama sana fazlasıyla veririm, onun için geldim. Söyleyemiyorum.

Gözlerim nemli, ıslanmış yaşlardan, sana bakıyorum, bana doğru dönmeye çalıştığını fark ediyorum. Bir cesaret ellerimi kuvözün iki deliğine uzatıyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir